Beşiktaş’ta yaklaşık beş sene görev yaptınız. Siz göreve geldiğinizde altyapı hangi seviyedeydi, ayrıldığınızda hangi seviyeye ulaştı?

Üst düzey bir altyapı için dört önemli koşul var. İyi oyuncular, kaliteli eğiticiler, uygun fiziksel koşullar ve sağlam bir organizasyon! 2011’de göreve geldiğimde, düşük profilde bir oyuncu grubu vardı. Türkiye’nin 81 iline scout yerleştirip, ciddi bir tarama ekibi oluşturduk ve kısa sürede kadromuzu yeniledik. Eğitimciler yeterli profilde değildi ve aynı dili konuşmuyordu. “Tutor” kimliğimi de kullanarak hemen geniş kapsamlı bir antrenör eğitimi programı düzenleyip gelişimlerine yardım ettik. Beş sene önce altyapı, 35 metrekarelik bir odadan ibaretti dersem abartmış olmam! Çocuklar konteynırlarda soyunup giyiniyor, çok kötü bir sahada antrenman yapıyorlardı. Yönetimin de ilgisiyle Fulya’daki tesisleri ufak çaplı bir yaşam alanı haline getirdik. Organizasyon açısından en büyük sıkıntı da herhangi bir dosyalama sisteminin olmamasıydı. Tesislerde internet bağlantısı bile yoktu, yapılan işlerin kaydı tutulmuyor, altyapıda genel bir başıboşluk hissediliyordu. Ayrıca yıllardır yurt dışında turnuvaya bile katılamamış bir altyapının başına geçmiştim. Kişisel ilişkilerimi de kullanarak bu konuda girişimlerde bulundum ve bu süreçte yaklaşık 140 uluslararası turnuvada Beşiktaş adını temsil ettik.

Bu süreçte hayata geçirdiğiniz ve geçiremediğiniz en önemli projeler hangileri? İçinizde ukde kalan bir şeyler var mı?

İçime sinen birçok proje var Beşiktaş altyapısını amatör kulüpler için daha ulaşılır kılmak en önemlisiydi. O ilişkiyi kuvvetlendirmek, doğal olarak oyuncu alışverişini bir hayli olumlu etkiledi. Görev süremde her hafta İstanbul’daki amatör kulüpleri ziyaret ettim. Bazen dertlerini dinledim ve ufak sorunlarına çözüm bulmaya çalıştım, kimi zaman da bilgi birikimlerimizi paylaştım. Ulaşılabilir olduğumuzu göstermek, onların da hoşuna gitti ve rakiplerimizin bile kıskanacağı türden bir ilişki geliştirdik. Bununla beraber Türkiye’de ilk defa Sporda Çocuk Programı’nı hayata geçirdik ve tüm antrenörlerimize eğitim verdik, her ay İngilizce ve Türkçe olarak çıkardığımız özkaynak eğitim yayınlarıyla da birikimimizi yurt dışındaki kulüplerle paylaştık. Daha hayata geçirdiğimiz birçok başarılı proje oldu ancak içimde ukde kalan şey, aslında benden ziyade kulübe bağlı bir durum. Beşiktaş’ın 1. Lig’de bir takımı olmasını, o takımın Ümraniye’de antrenman yapmasını, takımı da Beşiktaş altyapısından bir antrenörün çalıştırmasını çok isterdim.

Görev yaptığınız dönemdeki yöneticilerin ve A takım teknik direktörlerinin altyapıyla ilişkisi nasıldı? Gösterdikleri ilgiden memnun muydunuz?

Benim “ilgi”den anladığım, çözüm ve ilerleme. Fikret Orman daha önce altyapıda yöneticilik yapmış, oranın yapısına ve işleyişine aşina bir başkan. Bunun avantaj olacağını düşünmüştük ancak ülkemizde altyapıdan gelen oyuncuların profesyonel takımda şans bulması karşısında öyle bir statüko var ki, ne yazık ki başkanlar seviyesinde bile bu sorun çözümlenemiyor. Bizim genel olarak en büyük hedefimiz, altyapıdaki oyuncunun A takım yetkililerinin radarına girebilmesi ve bunun, teknik direktörün önüne bir zorunluluk olarak konulması. Yani altyapının bir kulüp kültürü haline gelmesi için uğraşıyoruz ama bu konuda sadece Beşiktaş’ta değil, Türkiye’de mesafe kat etmek çok zor çünkü burada sistem, gelen teknik adamın inisiyatifi üzerinden işliyor. Altyapıdan oyuncu çıkartmak ciddi bir mesai gerektiriyor ama buraya gelen çalıştırıcılardan kısa vadeli hedeflere ulaşması istendiğinden pek ilgilendikleri söylenemez. Bu yüzden o mesaiyi önlerini bir zorunluluk olarak koymak gerekir; aksi takdirde doğal olarak bundan kaçınıyorlar. 

Türkiye’de genç oyuncu yetişmesi için uygun ortamın yüzde kaçı mevcut? Daha üretken olmak için hangi alanlarda gelişmeli ya da değişmeliyiz?

En büyük şansımız, genç ve yetenekli bir nüfusa sahip olmamız. Ne var ki çocukların futbol oynaması için uygun koşulların bu coğrafyada mevcut olduğunu düşünmüyorum. Mesela Beşiktaş ilçesinde sadece Çilekli sahası var. Yani o bölgedeki bütün amatör takımlar orada antrenman ve maç yapıyor. Tabii bu sadece Beşiktaş için geçerli değil. Ülke genelinde çocukların futbol oynayacağı saha sayısı çok az. Diğer bir sıkıntı da, gençlerin profesyonel seviyeye geçişini sağlayamamamız. Oyuncuyu bir şekilde buluyoruz, geliştiriyoruz ama A takıma çıkarırken tıkanıp kalıyoruz. Yıllardır “Altyapıdan oyuncu gelmiyor” klişesinin arkasına saklanmışız ve bu anlayış devam ediyor! Halbuki altyapıdan oyuncu gelmez, üsttekiler altyapıdan oyuncuyu alır ve hazırlar. Bu noktadaki kırılmadan kurtulabilirsek, üretkenliğimizi daha sağlıklı değerlendirebiliriz.

Altyapıdan A takıma geçiş sürecinde Türk oyuncular en çok hangi konuda yetersiz kalıyor? Profesyonel seviyeye psikolojik, fiziksel ya da teknik olarak mı ayak uyduramıyorlar?

Türk kulüplerinde altyapıdan gelen oyuncuyu A takıma entegre etme konusunda herhangi bir vizyon yok. Daha önce de söylediğim gibi, işler teknik direktör üzerinden yürüyor. Altyapıda istediğiniz kadar yetenekli oyuncunuz olsun, A takım hocasının böyle bir vizyonu yoksa, kulüp de o gençleri sahiplenmeyince kaybolup gidiyorlar. A takım teknik direktörünün sığınacak bir bahanesi hep olabiliyor; genç oyuncular zayıf vs. Oysa oyunculardaki psikolojik, fiziksel, oyun bilgisi gibi bütün eksiklikler çalışarak giderilir. Yukarının ve aşağının imkanları arasında neredeyse her kulüpte uçurum var, üstteki bu anlayış sorununu çözmek hiç kolay değil. Burada önemli olan nokta, takımın tecrübeli oyuncularının genç oyuncuyu kabullenmesi. Mesela Fatih Terim’in Galatasaray’ı çalıştırdığı dönemlerde Emre Belözoğlu’nu Gheorghe Hagi’nin, Emre Çolak’ı Arda Turan’ın, Semih Kaya’yı Tomas Ujfalusi’nin himayesine vererek, bu gençlerin takım içinde kabul görme sürecini hızlandırması çok önemliydi. A takımdaki oyuncular, altyapıdan gelen gençlere “Oradan iki çay getir bakalım!” diyerek yaklaşıyorsa herhangi bir gelişimden bahsetmek mümkün olmaz.

Burada sorumluluk öğrencide mi, yoksa öğretmende mi? Türkiye’deki antrenörlerin yeterlilik seviyesini nasıl görüyorsunuz?

Teknik adamın o duyguyu takıma aşılaması şart. Genç oyuncuyu yanına alıp “O da benim gözümde sizin kadar değerli” derse, kabullenme süreci hızlanır. Burada aslında herkes altyapı antrenörlerini eleştiriyor ama bence en az suçlanması gereken grup onlar çünkü gerçekten hem maddi, hem de fiziksel anlamda inanılmaz kötü koşullarda iş yapmaya çalışıyorlar. Önce koşullarını iyileştirelim, daha sonra onlardan daha fazlasını isteyecek yüzümüz olsun! Tepedeki modeliniz iyiyse, aşağı doğru inerken her katman ona özenip kendini doğru yola sokar, çünkü aşağıda ne yaparsanız yapın çocuklar günün sonunda yukardaki modele öykünüyorlar.

Rekabetçilik ile genç oyuncu yetiştirme arasında nasıl bir ilişki var? Beklentiler yükseldikçe gençlerin üzerindeki baskının artması, gelişimlerini nasıl etkiler?

Genç bir oyuncunun hangi maçta, kaçıncı dakikada, hangi koşullarda oyuna gireceği çok önemli. Bir oyuncuyu öyle bir maçın öyle bir anında oyuna alırsınız ki kariyeri daha başlamadan biter! Ya da oynatmanız gereken maçta oyuna sokmayıp yine önünü tıkamış olabilirsiniz. Örneğin; Slaven Bilic zamanı 5-1 kazanılan bir Kayseri Erciyesspor maçı vardı. Son 10 dakikada iki değişiklik hakkı kalmışken oyuna Oğuzhan Özyakup ve Cenk Tosun’u soktu ama altyapıdan A takıma aldığı Eslem Öztürk’ü ısınmaya bile göndermedi! Orada Eslem’i oyuna alsa altyapı antrenörleri daha fazla motive olacak, işlerini daha büyük bir şevkle yapacaklar, gençler daha büyük bir hırs ve azimle tesislere gelecek, Eslem kendini takımın bir parçası gibi hissedecekti. Bu tamamen kulüp kültürü meselesi. Peki kim önüne geçecek? Tabii ki yönetim! Yıllardır altyapıdan konu açılınca herkes Ajax örneğini verir. İyi de Ajax, sadece altyapısında yetenekli oyuncular yetiştirdiği ya da 20 tane futbol sahası olduğu için büyük bir kulüp değil ki! O gençlerin A takımda şans bulmasını sağlayacak vizyon ve kültüre sahip olduğu için öyle. Mesela siz, Ajax’ın başına “Benim altyapıyla işim olmaz” diyen bir teknik direktörün geçtiğini düşünebiliyor musunuz? Türkiye için bu söylem gayet normal ve asıl sıkıntı da zaten burada!

Çünkü Ajax’ta teknik direktörü sorgulayacak bir yapı var ama bizde hesap soran tek kişi başkan! Bu da bahsettiğiniz o kültürü oluşturmayı imkansız kılıyor…
Orada teknik direktörle sürekli irtibat halinde olan, aldığı kararları denetleyen, teknik direktörün rapor verdiği bir teknik komite var. Hafta sonu bir genç oyuncuyu oynatmadığında pazartesi toplantıya çağırıp “X’i neden oynatmadınız, açıklar mısınız?” diye soruyorlar. Teknik direktör olarak, rapor vereceğin bir birim olduğunu bilirsen ona göre davranırsın. Türkiye koşullarında bu futbol şube sorumlusu mu olur, futbol direktörü mü, genel menajer mi bilemem ama bir yapı mutlaka olmalı. Beşiktaş geçen sezon 33’üncü haftada şampiyon oldu ve son hafta Konyaspor deplasmanına gitti. Kaybedecek hiçbir şeyin olmadığı bir maçta bile altyapı oyuncularına şans vermiyorsan, otomatik olarak orayı işlevsiz kılıyorsun. Bu kültürün oluşması için de yönetimin teknik direktörlere altyapıya önem verdiklerini ciddi biçimde anlatması, hatta buna mecbur kılması şart ama bizde teknik adamlarla sözleşme imzalarken genelde sadece lig sıralaması ile ilgili beklentiler üzerine konuşuluyor!

14 yabancı kuralı, kulüplerin altyapı yatırımlarını nasıl etkiledi? Ucuza yabancı ya da gurbetçi oyuncu almayı daha kolay bulduklarını düşünüyor musunuz?

Türkiye’deki anlayışı şöyle özetleyeyim: Biz kültürleştiremediğimiz şeyleri kanunlaştırıyoruz, sonra da o kanunda açık bulup ondan yararlanmaya çalışıyoruz! Futbol bazında sağlıklı bir ekosistemimiz olmadığından, kurallarla ne kadar oynarsanız oynayın, hiçbir şey değişmez. Devrime en tepeden başlamadığınız sürece stabil bir yapı oluşturamaz ve boşa kürek çekmiş olursunuz.

Milli takım oyuncu havuzunu genişletmek için neler yapmalıyız? Yurt dışına fazla bel bağladığımızı söyleyenler var. Şu an takımın en yetenekli oyuncusu olarak gösterilen Emre Mor bile Danimarka’da yetişti mesela…

Çünkü burada altyapıdan gelen oyuncuya şans vermeye yönelik bir anlayış yok. Yurt dışında yetişen oyunculara ise oynama ve gelişme fırsatı veriliyor. O kadar emek verilen gençlerin üst seviyede forma bulamadıktan sonra gelişmesini nasıl bekleyebiliriz ki? Aynı oyuncu Süper Lig’deki bir takıma gittiğinde farklı oynuyor, 3. Lig’e giderse farklı oynuyor. Gelişim hızları değişiyor. Futbolcunun kariyerini belirleyen belki de en kritik adım olan altyapıdan profesyonelliğe geçiş konusunda ciddi problemlerimiz var. Bu tıkanıklığı aşmadığımız, bu anlayışı değiştirmediğimiz sürece havuzun büyük bölümünü yine yurt dışı kaynakları dolduracak.

Kişisel olarak hedefleriniz neler? Birikimlerinizi bundan sonra nasıl değerlendireceksiniz?

Türkiye ve Avusturya’da üniversite okudum, İngilizce ve Almanca konuşabiliyorum, futbola saha içinde ve masa başında hizmet vermiş biriyim, kulüplerde antrenörlük ve teknik adamlık, TFF bünyesinde Gençlik Geliştirme Program direktörlüğü ve antrenör eğitimi yönetmenliği görevlerinde bulundum. UEFA Pro Lisans sahibiyim ve aynı zamanda UEFA antrenör eğitmeniyim. Yani donanımım birçok değişik alan için yeterli. Yurt içi ya da dışında zemini sağlam bir projenin başında yer alabilirim. Şu an için gelen teklifleri kibarca reddettim çünkü Beşiktaş’ta yoğun çalıştığım beş senenin ardından bir süre dinlenip kendimi yenilemek istiyorum. Daha sonra, ideallerimle örtüşen, birikimimi verimli biçimde yansıtabileceğime inandığım bir projeyle karşılaşırsam çalışmak isteyebilirim. Yani bana “Hocam, son iki hafta şu takımı kurtarıver!” demektense “Sana şu malzemeyi veriyoruz, şu kadar sürede bize şunu yap” diyen anlayışı her zaman tercih ederim.

Röportaj-Recep Özerin/ fourfourtwo.com.tr